Vitra
New member
Kılıçdaroğlu: Ya mahpusa atacak ya siyasi cinayet işlenecek, ikisinden de korkmuyorum CHP Genel Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuştu.
Kılıçdaroğlu şu cevapları verdi:
– Siz “lağım patladı” dediniz… bir müddetdir Sedat Peker’in argümanlarını izliyoruz. Şaşkınlığa uğrayıp “Bu kadar da olmaz” diye geçiyor mu içinizden?
Niçin “Lağım patladı” dedim, zira Cumhuriyet tarihinde birinci sefer siyasetçiyle mafyanın iç içe geçtiğini ve mafyanın para gücünü kullanarak siyaseti yönlendirdiğini gördük.
– Aslında 90’larda da gördük…
Bu kadar değildi ama… Artık yüzde 100 karşılıklı çıkar üzerine inşa ettiler… Hem yurtiçi, tıpkı vakitte yurtharicinde önemli karaparanın birikmesine yol açan, siyasetin şimdi her alanına hükmeden bir yapıyla karşı karşıyayız. ötürüsıyla bunu hiç yaşamamıştık. Aslında bu o denli ya da bu biçimde biliniyordu. örneğin ben Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili savcının verdiği sonucu, daha sonra Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı olarak atanmasını, Anayasa Mahkemesi’ne İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın getirilmesini lisana getirmiş, eleştirmiştim. Bizim tenkitlerimize vatandaş “siyasetçilerin kendi ortalarındaki tartışma” olarak bakıyor. halbuki olay bayağı bir tartışmanın hayli ötesinde… bu biçimde olduğu içindir ki Erdoğan bu hususta şuurlu olarak hiç konuşmuyor. Olayı olduğu üzere kabullendi, zira o da fazlaca güzel biliyor ki bakanlar kendi talimatlarını uyguluyor. Kimi suçlayacak ya da bakılırsavden alacak?
– Birfazlaca tezle ilgili vekillerinizin verdiği soru önergeleri de var. Beşerler mafyadan duyar duymaz mı dinlemeye başladı?
Zira olayın ortasında olan anlatıyor. Yer vererek, vakit vererek, kişi isimleri vererek anlatıyor. Yasadışı işlerin ortasında olan, siyasetçi ile yeraltı dünyasının münasebetlerini deşifre eden birinin konuşması, “Ben de hatalıyım, bu işi birlikte yaptık” demesi, farklı bir konumu çıkarıyor ortaya. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu da bu biçimde başladı…
– Bizde “Temiz Eller savcısı” çıkmadı ama…
Burada İtalya’dan farklı bir durum var. Birincisi; siyasetçi kendi iktidarını her ne değerine olursa olsun pekiştirmek istiyor. İkincisi; yeraltı dünyası, siyasetçiyle işbirliği yaparak kendi egemenlik alanını büyütmek istiyor. Burada, yani Türkiye’de ikisinin çıkarı çakıştığı için el ele verdiler. Türkiye’de yaşadığımız temel bir sorun daha var: “güçler ayrılığı” unsuru yok edildi. ötürüsıyla siyasetçi yargıyı istediği üzere denetim ediyor. Yeraltı dünyasının aktörleri yurtharicinden rahatlıkla kokaini Türkiye’ye getirebiliyor. Yakalansalar bile sorun değil, zira soruşturma açılmıyor. Karşılıklı bir itimat münasebeti oluşmuş durumda. Yargının ortasında de bu yeraltı dünyasına takviye veren değerli aktörler var. Bunlar da talimatla iş yapıyorlar. bu biçimde bir yapının deşifre edilmesi başlı başına büyük bir olay. Tahminen de üzerinde durmamız gereken en kıymetli husus son 19 yılda Türkiye’de ahlaki kıymetlerde ortaya çıkan yozlaşmadır. Din insanlarının bu yozlaşma üzerinde durması lazım. Zira bütün dinlerde kuvvetli bir ahlaki temel vardır. AKP dini kullanarak, inançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, toplumu ayrıştırarak, bölerek kendi iktidarını müdafaaya çalıştı. Ve kendi iktidarını korurken de bütün ahlaki pahaları yerle bir etti. “Aile kurumu epeyce önemli” dediler, aile kurumundaki en büyük sarsıntılar bunların iktidarı periyodunda oldu.
– Hâlâ yüzde 30 oyu var…
Doruktaki yozlaşma aşağıya kadar inmişse fazlaca önemli sorun var demektir. Çürümüşlük, kokuşmuşluk, yozlaşma diyoruz. Balık baştan kokar… En doruktaki kişi dürüst olursa, yolsuzluğa, ahlaksızlığa geçit vermezse bu kararlılık aşağıya da yansır. Lakin çürüme üstte başlarsa kokuşmuşluk aşağıya kadar iner. Maalesef bugün toplumun, bürokrasinin aşikâr katmanlarında yolsuzluk yapmayı kendisine hak nazarann bir anlayışla karşı karşıyayız. O kadar ki yolsuzluk yapma konusunda kimi din adamları fetva bile verdi. Yani inançların ve ahlaki temellerin bu kadar derinden yıprandığı bir vakti hiç hatırlamıyorum.
– Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanı Soylu’ya dayanak açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz? Bu, bir yıl ortasında üçüncü defa gerisinde duruşu. Bahçeli’nin Soylu üzerinden Erdoğan’a bildiri verdiği görüşüne katılır mısınız?
Evet, katılıyorum. Bir defa Soylu, Erdoğan’ı teslim almış durumda. Soylu edindiği bütün ayrıntıları Bahçeli ile paylaşır. Soylu’nun “Azdan az, oldukçatan fazlaca gider” diye bir cümlesi oldu televizyon programında. Yani “Bana bir ziyan gelirse asıl ziyanı onlar çeker” demek istedi. Bu, aslında açık ve net bir tehditti. Ve tehdit karşı tarafta algılandı ve kabullenildi, zira tedbir alması gereken kişi ve etrafı hayli kirli. O da bu kirliliğin farkında. Soylu’ya bir şey diyemediler. Bahçeli de bütün kendi bürokratik takımlarını bu vesile ile devlete yerleştiriyor. Bahçeli için esasen sorun yok. Soylu’ya dayanak çıkarak Erdoğan’ı kendi istediği her şeyi yerine getirecek biçimde konumlandırıyor. Bu tablo, AKP’li vekilleri ne kadar rahatsız ediyor, bilmiyoruz.
– Sizce rahatsızlık var mı?
AKP’nin ortasında de vicdanlı beşerler var, bu gidişten rahatsızlar. “Türkiye bu biçimde bir durumla karşı karşıya kalmamalıydı” diyen beşerler var. “Bu kadar çürümenin, bu kadar kokuşmanın olduğu yerde siyaset kurumuna itimat taban yapacak” diyen bir kesitten kelam etmek mümkün, ancak Soylu, İçişleri Bakanlığı’yla Emniyet İstihbarat’ı, Jandarma İstihbarat’ı, bütün valileri, kaymakamları, Emniyet müdürlerini yönetir konumda. Soylu, Erdoğan’ın bütün sırlarına vâkıf.
– Bu yüzden mi nazaranvden alınamıyor?
Erdoğan, Süleyman Soylu’yu bakılırsavden alamaz. Bahçeli’yi ikna etmediği sürece alamaz.
– Peker’in Soylu’yla ilgili kayıp silahlar savı epey vahim. Ne dersiniz?
Bu mevzu, hayli sayıda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili tarafınca lisana getirildi, soru önergeleri verildi… Artık içeriden biri konuşuyor… Vahim bir tablo. Mafya – siyaset beraberliği ve çürüyen devlet yapısı… Ülkenin bekası mafyaya mı teslim edildi? Ülkesinin silahına dahi çıkamayan bir kişi, ülkesini nasıl yönetir?
– Biliyorsunuz Cumhuriyet gazetesine de 1 milyon liralık dava açtı İçişleri Bakanı…
Korkuyor. Daha fazla gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyor. Cumhuriyet’te fazlaca sayıda araştırmacı gazeteci var. Didik didik ediyorlar. Yani ahlaki temeller üzerinde nazaranvlerini yapıyorlar. Bütün yolsuzlukları, ilgileri ortaya çıkarıyor, belgelendiriyorlar. bu biçimde gazeteleri susturmak için bir yol bulmaları gerekiyor. Bu mevzuda iki şeyi deniyorlar: Birincisi yüksek tazminat davalarıyla insanları, kurumları korkutmak, sindirmek ve haber yapmalarının önüne geçmek. Ancak bunu yapan kişi, Cumhuriyet gazetesini bilmiyor, tarihini, kökenini, cumhuriyete, ahlaki pahalara bağlılığını bilmiyor. Sanıyor ki havuz medyası üzere büyük tazminat davası açacaklar, onlar da susacak. Cumhuriyet’in tarihinde de geleneklerinde de susmak yok. İkinci metot, kendileriyle ilgili haberlere yargıyı kullanarak erişim mahzuru getirmek.
– BBP Genel Lideri Mustafa Destici, Vatan Partisi başkanı Doğu Perinçek üzere isimler, iktidarın siyasetlerini kısık sesle de olsa eleştirmeye başladı. İttifakta bir çözülme olduğunu düşünüyor musunuz?
Onu bilmiyorum lakin Sayın Destici halkın ortasına giriyor, gerçekleri görüyor doğal. bakılırsan insan her şey güllük gülistan diyemez ki… Çözülme olur mu olmaz mı, bilmiyorum lakin ister AKP, ister AKP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı bana göre mühletini doldurmuş bir ittifak. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük ziyanı veren bir ittifak. Bizim Ulusal Kkurtuluş Savaşı daha sonrası edindiğimiz ve büyüttüğümüz bedelleri altüst etti. Halkın, bu ittifakı demokratik yollarla göndermesi gerekiyor.
– Hakkınızdaki fezleke Meclis’e geldiğinde “Erdoğan beni mahpusa attırmak istiyor” dediniz. Bahçeli de “Çıksın mahkeme karşısına, versin üzerine atılı suçlamaların hesabını: Dolandırıcı tosuncuk nasıl bedel ödeyecekse Kılıçdaroğlu da ödesin” diye konuştu. Erdoğan sizi sahiden mahpusa mi attırmak istiyor?
Erdoğan beni susturmak istiyor, zira Erdoğan’ı en sert eleştiren benim. hiç bir eleştirim haksız değil. Üstelik meselelerin nasıl çözülmesi gerektiğini de anlatıyorum. Erdoğan’ın tahammül edemediği ikinci nokta. Zira eleştiriyi karşı tenkitle giderebilir ancak tahlile karşı kendi tahlilini üretemiyor. Zira bir çözümsüzlük ortasında. bu biçimde ne yapalım; Kılıçdaroğlu’nu susturmamız lazım. Beni nasıl susturacak? Ya mahpusa atacak ya siyasi cinayet işlenecek. İkisinden de korkmuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’ni bilmiyorlar. Tazminat davaları açıyor. Sanki susturabilir miyiz diye. Olmadı. Linç teşebbüsleri de tutmadı. Millet İttifakı’nı dağıtma arayışlarına girdiler. O da olmadı. Bu fezlekelerin tamamı uydurma aslına bakarsanız. FETÖ devrinde de bu biçimde fezlekeler gelirdi. Silivri’de İlker Başbuğ’u ziyaret etmiştim. Çıkışta, “Burası İkinci Dünya Savaşı daha sonrası Nazi kampları üzere bir kamptır. Bütün aydınlar, düşünürler, gazeteciler, avukatlar, kumandanlar mahpusta. Toplama kampına dönüştü burası” demiştim. Ben Ankara’ya gelmeden hakkımdaki fezleke Ankara’ya ulaşmıştı. Tablo bir daha tıpkı. Talimatla fezleke yazdırıyorlar. Bir de şu var: Yargıda kim Kılıçdaroğlu hakkında yüksek tazminata karar kurarsa ya da fezleke yazarsa yargıda yükselme yolu açık. Bakın Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili sonucu veren, hızla mal varlıkları üstündeki önlemleri kaldıran, yurtdışına çıkış yasağını kaldıran bireylerden biri Adalet Bakan Yardımcısı oldu. Onun doruğundaki kişi de Anayasa Mahkemesi’ne üye oldu. Mafyayla, yeraltı dünyasıyla yargının, siyasetin beraberliğine bakın. Birinin karaparası var, dünyayı dolandırmış ancak onu rahatlatan bütün kararları alanlar yargının zirve noktalarına atanıyorlar. Bunu yapan da kirli siyaset. Güç ve hareket işbirliğine bakın…
– CHP Genel Lider Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ve Çankaya Belediye Lideri Alper Taşdelen “Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu” tabirini kullandı… Siz de “Daha durun bakalım” diyorsunuz lakin bir yandan da lisanınız adaylığa yakın… Ne yapıyorsunuz, başımız karıştı…
En başta nerede durduysam bir daha birebir yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı önderlerinin bir ortaya gelip en azından bu mevzuyu konuşmaları lazım. Benim çıkıp cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda konuşmam şık olmaz. Aslında yanlış bir tartışma yapıyoruz. Tartışma konusu şu olmalı, “Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” Arkadaşlarım kendi görüşlerini dillendirmiştir. Kaldı ki sorun şahsi bazda ele alınıp tartışılacak bir sorun değil, asıl sorun Türkiye… ötürüsıyla “Millet İttifakı”nın tüm bileşenlerinin bu şuurda olduğuna inanıyorum.
– Hem Mansur Yavaş, hem Ekrem İmamoğlu için anketlerde cumhurbaşkanlığı için yarıştaymış üzere ölçümler yapılıyor. Adaylıkları sizin başınızdan geçiyor mu?
Halk belediye liderlerimizden şad; tamamı, nitekim de olağanüstü bir gayretle misyonlarını yerine getiriyorlar. Bu, o vilayette, ilçede, beldede yaşayan vatandaşlar kadar bizi de memnun ediyor. Belediye liderlerimizin birinci bakılırsavi, halka verilen kelamları tutmak.
– İttifakta adaylık konusunda bir problem yaşanır mı?
İçtenlikle söyleyeyim, sanmıyorum. Birden çok seçenek var. Oturulur konuşulur, yani Türkiye’nin gerçekleri önümüzde duruyor. Kaygımız şunun ya da bunun cumhurbaşkanı olmasından fazlaca, Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz, yaşanan kirlilikten Türkiyeyi nasıl arındırabiliriz? Toplumu kutuplaştırmakta nasıl kurtarabiliriz; bunun kaygısındayız. İnsanların kederine derman olmamız, en başta ekonomik olarak da toplumu rahatlatmamız gerekiyor…
– “Porsiyonu küçültün” demezsiniz değil mi?
Porsiyonu küçültme sözü fazlaca büyük bir talihsizlik. Saray’ın porsiyonuyla vatandaşın porsiyonunu tıpkı görüyorlar. Yahu vatandaşın önünde porsiyon yok. bu biçimde dramatik bir tabloyu Cumhuriyet devrinin hiç bir evresinde görmedik. Bakın Erdoğan kadar sarayı olan hiç bir Osmanlı padişahı olmamıştır. İster Fatih Sultan Mehmet Han’ı, isterseniz Vahdettin’i inceleyin, hiç birinin bu kadar sarayı olmamıştır. Bu kadar ihtişam, bu kadar debdebe haramdır. Erdoğan halkı kandırdı. İstanbul’dan seçilip Ankara’ya geldiğinde Keçiören’de mütevazı bir konutta kiracıydı.
– Halkı bu biçimde mı kandırdı demek istiyorsunuz, anlamadım…
Evet, bu biçimdedan başladı. “Milletvekili lojmanlarını satacağım, herkes halkın içinde otursun” dedi. Halkını aldattı, muhakkak bir gücü elde ettikten daha sonra da gerçek yüzü ortaya çıktı.
– Başlayan bir tartışmada Zülfü Livaneli “CHP’nin, Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart” dedi. Küme toplantısında bir açıklama yaptınız fakat bu sıkıntıyı kendi içinizde tartıştınız mı?
Hayır, tartışmadık. Gerek duymadık.
– CHP’nin Baykal sorunu var mı?
Hayır, CHP’nin bu biçimde bir sorunu yok.
– Pekala, CHP seçmeninin Baykal sorunu var mı?
Hayır yok.
– Öyleyse bu tartışma nereden çıkıyor?
Yapay tartışma. Gündemi saptırmaya yönelik tartışmalar. Türkiye’nin bu kadar sıkıntısı varken, çocuğunun karnını doyuramadan yatağa yatıran binlerce anne varken, çöp konteynırlarından beslenenler varken, “askerimiz Afganistan’a mı gidecek” diye kaygılanırken, mafyayla siyasetin iç içe geçmiş çıkar alakaları ortaya saçılmışken, bunların üzerine sünger çekelim, CHP’yi konuşalım, yok bu biçimde bir şey…
– Pekala, Baykal, Livaneli’nin tez ettiği üzere Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmediğini söylemiş olabilir mi?
Hayır…
– bu biçimde dediğini düşünseydiniz farklı mı davranırdınız?
bu biçimde bir şey söylemedi ki farklı davranayım.
– İktidar yanlısı medyaya bakılırsa, “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” diyen siz, bu dostluğa mani gördüğünüz Baykal’ı ve öbür ulusalcıları gözden çıkardınız…
Siyasete girmişseniz ve iktidar olmak istiyorsanız hiç kimseyi gözden çıkarmazsınız. Ahlaklı her insanın oyuna talibim. Türkiye’yi bu güç şartlarından çıkarmak için herkesten dayanak isterim. Siyasetin gayesi bu… Şayet siyaseti kısır tartışmaların içine çekerseniz ülkenin problemlerini çözemezsiniz.
– Muharrem İnce. “Benim afişlerimi dağıtmadılar, Hazine’den aldıkları parayı harcadılar, oy vermediler” dedi, “niçin beni sattınız” diye sordu. Sattınız mı?
Cumhuriyet Halk Partisi’nde kimse satılacak duruma düşmez. Partinin geleneğinde de örfünde, âdetinde de bu yoktur. Bu kadar!
– Son vakit içinderda fazlaca fazla polis intiharıyla karşılaşıyoruz, inceleme fırsatınız oldu mu hiç?
Polis, insan haklarına alışılmamış biçimde çalıştırılıyor. 24 saat çalışan var. Buna karşın hak ettikleri fiyatları alamadıklarını, büyük düşünceler yaşadıklarını biliyorum. Erdoğan, şayet Trabzon’dan Rize’ye giderken her 100 metreye bir polis koyarsa bu gerçek değildir. Kendi ülkenizde, en çok oy aldığınız bölgede polisleri kilometrelerce sıra sıra dizerseniz bu hakikat değildir. Ahlaki de değildir. Bir ülkeyi bu anlayışla yönetemezsiniz. aslına bakarsan bu tablo yönetemediğinizi göstermektedir. Hem orada seni bekleyecek, daha sonra dönecek terörle uğraş edecek. daha sonra diyecekler ki git şu mafyanın korumalığını yap. Bizim polisimiz siyasi baskılar olmadığı sürece kanunların verdiği bakılırsavleri emsalsiz biçimde yerine getirir. Ben buna inanıyorum. Artık siz Dilovası’nda gemide kokain araması yapacaksınız. Bulacaksınız. El koyacaksınız. Üstü örtülecek, soruşturma açılmayacak. Oradaki polis “Sen beni kullandın” demeyecek mi? Polis mutsuz…
– Kısa çalışma ödeneğinin bitmesiyle işten çıkarmalar da başladı… “Önümüzdeki günler daha sıkıntı geçeceğe benziyor” diyebilir miyiz?
Beşerler perişan vaziyette. Erdoğan’a bakarsan her şey güllük gülistan. halbuki güllük gülistan yalnızca Saray’da var. Erdoğan etrafındaki tüm akil insanları temizledi. Şu an etrafındaki beşerler da vurguncu. Neymiş, arabası bozulmuş, yeraltı dünyasının aktöründen kullanmak üzere otomobil almış, bir de utanmadan “Benzinini ben koydum” diyor. Artık bana hakaret etti diyecek. Hayır, ben gerçeği söylüyorum. Çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıya olan bu iktidar Türkiye’nin sıkıntılarını çözemez.
– Erdoğan cuma günü Diyarbakır’daydı. 2.5 yıl daha sonra birinci defa buraya gitti. Sizce Diyarbakırlı Erdoğan’ı nasıl karşıladı?
Bu soruyu Diyarbakırlılara sormak lazım… Atılan sloganlar niçiniyle de Sayın Bahçeli’ye sormak lazım.
– Cumhurbaşkanı, Diyarbakır’daki bir başka değerlendirmesi de “HDP, Kürt kardeşlerime yapılan zulüm başta olmak üzere ülkedeki bütün günahların anası CHP ile yol yürüyor” formunda oldu. Ne dersiniz?
Cumhuriyet Halk Partisi şayet olmazsa Erdoğan’ın kirliliği gereğince anlaşılamayacak. Siyahın karalığı lakin yanına beyaz konulduğunda daha güzel anlaşılır. Erdoğan beyaza tahammül edemiyor, zira epey kirli, kirliliğini yalnızca biz değil, artık dünya biliyor. O niçinledir ki mal varlığı ötürüsıyla tehdit edildiğinde gıkı çıkmadı…
Kılıçdaroğlu şu cevapları verdi:
– Siz “lağım patladı” dediniz… bir müddetdir Sedat Peker’in argümanlarını izliyoruz. Şaşkınlığa uğrayıp “Bu kadar da olmaz” diye geçiyor mu içinizden?
Niçin “Lağım patladı” dedim, zira Cumhuriyet tarihinde birinci sefer siyasetçiyle mafyanın iç içe geçtiğini ve mafyanın para gücünü kullanarak siyaseti yönlendirdiğini gördük.
– Aslında 90’larda da gördük…
Bu kadar değildi ama… Artık yüzde 100 karşılıklı çıkar üzerine inşa ettiler… Hem yurtiçi, tıpkı vakitte yurtharicinde önemli karaparanın birikmesine yol açan, siyasetin şimdi her alanına hükmeden bir yapıyla karşı karşıyayız. ötürüsıyla bunu hiç yaşamamıştık. Aslında bu o denli ya da bu biçimde biliniyordu. örneğin ben Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili savcının verdiği sonucu, daha sonra Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı olarak atanmasını, Anayasa Mahkemesi’ne İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın getirilmesini lisana getirmiş, eleştirmiştim. Bizim tenkitlerimize vatandaş “siyasetçilerin kendi ortalarındaki tartışma” olarak bakıyor. halbuki olay bayağı bir tartışmanın hayli ötesinde… bu biçimde olduğu içindir ki Erdoğan bu hususta şuurlu olarak hiç konuşmuyor. Olayı olduğu üzere kabullendi, zira o da fazlaca güzel biliyor ki bakanlar kendi talimatlarını uyguluyor. Kimi suçlayacak ya da bakılırsavden alacak?
– Birfazlaca tezle ilgili vekillerinizin verdiği soru önergeleri de var. Beşerler mafyadan duyar duymaz mı dinlemeye başladı?
Zira olayın ortasında olan anlatıyor. Yer vererek, vakit vererek, kişi isimleri vererek anlatıyor. Yasadışı işlerin ortasında olan, siyasetçi ile yeraltı dünyasının münasebetlerini deşifre eden birinin konuşması, “Ben de hatalıyım, bu işi birlikte yaptık” demesi, farklı bir konumu çıkarıyor ortaya. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu da bu biçimde başladı…
– Bizde “Temiz Eller savcısı” çıkmadı ama…
Burada İtalya’dan farklı bir durum var. Birincisi; siyasetçi kendi iktidarını her ne değerine olursa olsun pekiştirmek istiyor. İkincisi; yeraltı dünyası, siyasetçiyle işbirliği yaparak kendi egemenlik alanını büyütmek istiyor. Burada, yani Türkiye’de ikisinin çıkarı çakıştığı için el ele verdiler. Türkiye’de yaşadığımız temel bir sorun daha var: “güçler ayrılığı” unsuru yok edildi. ötürüsıyla siyasetçi yargıyı istediği üzere denetim ediyor. Yeraltı dünyasının aktörleri yurtharicinden rahatlıkla kokaini Türkiye’ye getirebiliyor. Yakalansalar bile sorun değil, zira soruşturma açılmıyor. Karşılıklı bir itimat münasebeti oluşmuş durumda. Yargının ortasında de bu yeraltı dünyasına takviye veren değerli aktörler var. Bunlar da talimatla iş yapıyorlar. bu biçimde bir yapının deşifre edilmesi başlı başına büyük bir olay. Tahminen de üzerinde durmamız gereken en kıymetli husus son 19 yılda Türkiye’de ahlaki kıymetlerde ortaya çıkan yozlaşmadır. Din insanlarının bu yozlaşma üzerinde durması lazım. Zira bütün dinlerde kuvvetli bir ahlaki temel vardır. AKP dini kullanarak, inançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, toplumu ayrıştırarak, bölerek kendi iktidarını müdafaaya çalıştı. Ve kendi iktidarını korurken de bütün ahlaki pahaları yerle bir etti. “Aile kurumu epeyce önemli” dediler, aile kurumundaki en büyük sarsıntılar bunların iktidarı periyodunda oldu.
– Hâlâ yüzde 30 oyu var…
Doruktaki yozlaşma aşağıya kadar inmişse fazlaca önemli sorun var demektir. Çürümüşlük, kokuşmuşluk, yozlaşma diyoruz. Balık baştan kokar… En doruktaki kişi dürüst olursa, yolsuzluğa, ahlaksızlığa geçit vermezse bu kararlılık aşağıya da yansır. Lakin çürüme üstte başlarsa kokuşmuşluk aşağıya kadar iner. Maalesef bugün toplumun, bürokrasinin aşikâr katmanlarında yolsuzluk yapmayı kendisine hak nazarann bir anlayışla karşı karşıyayız. O kadar ki yolsuzluk yapma konusunda kimi din adamları fetva bile verdi. Yani inançların ve ahlaki temellerin bu kadar derinden yıprandığı bir vakti hiç hatırlamıyorum.
– Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanı Soylu’ya dayanak açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz? Bu, bir yıl ortasında üçüncü defa gerisinde duruşu. Bahçeli’nin Soylu üzerinden Erdoğan’a bildiri verdiği görüşüne katılır mısınız?
Evet, katılıyorum. Bir defa Soylu, Erdoğan’ı teslim almış durumda. Soylu edindiği bütün ayrıntıları Bahçeli ile paylaşır. Soylu’nun “Azdan az, oldukçatan fazlaca gider” diye bir cümlesi oldu televizyon programında. Yani “Bana bir ziyan gelirse asıl ziyanı onlar çeker” demek istedi. Bu, aslında açık ve net bir tehditti. Ve tehdit karşı tarafta algılandı ve kabullenildi, zira tedbir alması gereken kişi ve etrafı hayli kirli. O da bu kirliliğin farkında. Soylu’ya bir şey diyemediler. Bahçeli de bütün kendi bürokratik takımlarını bu vesile ile devlete yerleştiriyor. Bahçeli için esasen sorun yok. Soylu’ya dayanak çıkarak Erdoğan’ı kendi istediği her şeyi yerine getirecek biçimde konumlandırıyor. Bu tablo, AKP’li vekilleri ne kadar rahatsız ediyor, bilmiyoruz.
– Sizce rahatsızlık var mı?
AKP’nin ortasında de vicdanlı beşerler var, bu gidişten rahatsızlar. “Türkiye bu biçimde bir durumla karşı karşıya kalmamalıydı” diyen beşerler var. “Bu kadar çürümenin, bu kadar kokuşmanın olduğu yerde siyaset kurumuna itimat taban yapacak” diyen bir kesitten kelam etmek mümkün, ancak Soylu, İçişleri Bakanlığı’yla Emniyet İstihbarat’ı, Jandarma İstihbarat’ı, bütün valileri, kaymakamları, Emniyet müdürlerini yönetir konumda. Soylu, Erdoğan’ın bütün sırlarına vâkıf.
– Bu yüzden mi nazaranvden alınamıyor?
Erdoğan, Süleyman Soylu’yu bakılırsavden alamaz. Bahçeli’yi ikna etmediği sürece alamaz.
– Peker’in Soylu’yla ilgili kayıp silahlar savı epey vahim. Ne dersiniz?
Bu mevzu, hayli sayıda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili tarafınca lisana getirildi, soru önergeleri verildi… Artık içeriden biri konuşuyor… Vahim bir tablo. Mafya – siyaset beraberliği ve çürüyen devlet yapısı… Ülkenin bekası mafyaya mı teslim edildi? Ülkesinin silahına dahi çıkamayan bir kişi, ülkesini nasıl yönetir?
– Biliyorsunuz Cumhuriyet gazetesine de 1 milyon liralık dava açtı İçişleri Bakanı…
Korkuyor. Daha fazla gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyor. Cumhuriyet’te fazlaca sayıda araştırmacı gazeteci var. Didik didik ediyorlar. Yani ahlaki temeller üzerinde nazaranvlerini yapıyorlar. Bütün yolsuzlukları, ilgileri ortaya çıkarıyor, belgelendiriyorlar. bu biçimde gazeteleri susturmak için bir yol bulmaları gerekiyor. Bu mevzuda iki şeyi deniyorlar: Birincisi yüksek tazminat davalarıyla insanları, kurumları korkutmak, sindirmek ve haber yapmalarının önüne geçmek. Ancak bunu yapan kişi, Cumhuriyet gazetesini bilmiyor, tarihini, kökenini, cumhuriyete, ahlaki pahalara bağlılığını bilmiyor. Sanıyor ki havuz medyası üzere büyük tazminat davası açacaklar, onlar da susacak. Cumhuriyet’in tarihinde de geleneklerinde de susmak yok. İkinci metot, kendileriyle ilgili haberlere yargıyı kullanarak erişim mahzuru getirmek.
– BBP Genel Lideri Mustafa Destici, Vatan Partisi başkanı Doğu Perinçek üzere isimler, iktidarın siyasetlerini kısık sesle de olsa eleştirmeye başladı. İttifakta bir çözülme olduğunu düşünüyor musunuz?
Onu bilmiyorum lakin Sayın Destici halkın ortasına giriyor, gerçekleri görüyor doğal. bakılırsan insan her şey güllük gülistan diyemez ki… Çözülme olur mu olmaz mı, bilmiyorum lakin ister AKP, ister AKP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı bana göre mühletini doldurmuş bir ittifak. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük ziyanı veren bir ittifak. Bizim Ulusal Kkurtuluş Savaşı daha sonrası edindiğimiz ve büyüttüğümüz bedelleri altüst etti. Halkın, bu ittifakı demokratik yollarla göndermesi gerekiyor.
– Hakkınızdaki fezleke Meclis’e geldiğinde “Erdoğan beni mahpusa attırmak istiyor” dediniz. Bahçeli de “Çıksın mahkeme karşısına, versin üzerine atılı suçlamaların hesabını: Dolandırıcı tosuncuk nasıl bedel ödeyecekse Kılıçdaroğlu da ödesin” diye konuştu. Erdoğan sizi sahiden mahpusa mi attırmak istiyor?
Erdoğan beni susturmak istiyor, zira Erdoğan’ı en sert eleştiren benim. hiç bir eleştirim haksız değil. Üstelik meselelerin nasıl çözülmesi gerektiğini de anlatıyorum. Erdoğan’ın tahammül edemediği ikinci nokta. Zira eleştiriyi karşı tenkitle giderebilir ancak tahlile karşı kendi tahlilini üretemiyor. Zira bir çözümsüzlük ortasında. bu biçimde ne yapalım; Kılıçdaroğlu’nu susturmamız lazım. Beni nasıl susturacak? Ya mahpusa atacak ya siyasi cinayet işlenecek. İkisinden de korkmuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’ni bilmiyorlar. Tazminat davaları açıyor. Sanki susturabilir miyiz diye. Olmadı. Linç teşebbüsleri de tutmadı. Millet İttifakı’nı dağıtma arayışlarına girdiler. O da olmadı. Bu fezlekelerin tamamı uydurma aslına bakarsanız. FETÖ devrinde de bu biçimde fezlekeler gelirdi. Silivri’de İlker Başbuğ’u ziyaret etmiştim. Çıkışta, “Burası İkinci Dünya Savaşı daha sonrası Nazi kampları üzere bir kamptır. Bütün aydınlar, düşünürler, gazeteciler, avukatlar, kumandanlar mahpusta. Toplama kampına dönüştü burası” demiştim. Ben Ankara’ya gelmeden hakkımdaki fezleke Ankara’ya ulaşmıştı. Tablo bir daha tıpkı. Talimatla fezleke yazdırıyorlar. Bir de şu var: Yargıda kim Kılıçdaroğlu hakkında yüksek tazminata karar kurarsa ya da fezleke yazarsa yargıda yükselme yolu açık. Bakın Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili sonucu veren, hızla mal varlıkları üstündeki önlemleri kaldıran, yurtdışına çıkış yasağını kaldıran bireylerden biri Adalet Bakan Yardımcısı oldu. Onun doruğundaki kişi de Anayasa Mahkemesi’ne üye oldu. Mafyayla, yeraltı dünyasıyla yargının, siyasetin beraberliğine bakın. Birinin karaparası var, dünyayı dolandırmış ancak onu rahatlatan bütün kararları alanlar yargının zirve noktalarına atanıyorlar. Bunu yapan da kirli siyaset. Güç ve hareket işbirliğine bakın…
– CHP Genel Lider Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ve Çankaya Belediye Lideri Alper Taşdelen “Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu” tabirini kullandı… Siz de “Daha durun bakalım” diyorsunuz lakin bir yandan da lisanınız adaylığa yakın… Ne yapıyorsunuz, başımız karıştı…
En başta nerede durduysam bir daha birebir yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı önderlerinin bir ortaya gelip en azından bu mevzuyu konuşmaları lazım. Benim çıkıp cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda konuşmam şık olmaz. Aslında yanlış bir tartışma yapıyoruz. Tartışma konusu şu olmalı, “Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” Arkadaşlarım kendi görüşlerini dillendirmiştir. Kaldı ki sorun şahsi bazda ele alınıp tartışılacak bir sorun değil, asıl sorun Türkiye… ötürüsıyla “Millet İttifakı”nın tüm bileşenlerinin bu şuurda olduğuna inanıyorum.
– Hem Mansur Yavaş, hem Ekrem İmamoğlu için anketlerde cumhurbaşkanlığı için yarıştaymış üzere ölçümler yapılıyor. Adaylıkları sizin başınızdan geçiyor mu?
Halk belediye liderlerimizden şad; tamamı, nitekim de olağanüstü bir gayretle misyonlarını yerine getiriyorlar. Bu, o vilayette, ilçede, beldede yaşayan vatandaşlar kadar bizi de memnun ediyor. Belediye liderlerimizin birinci bakılırsavi, halka verilen kelamları tutmak.
– İttifakta adaylık konusunda bir problem yaşanır mı?
İçtenlikle söyleyeyim, sanmıyorum. Birden çok seçenek var. Oturulur konuşulur, yani Türkiye’nin gerçekleri önümüzde duruyor. Kaygımız şunun ya da bunun cumhurbaşkanı olmasından fazlaca, Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz, yaşanan kirlilikten Türkiyeyi nasıl arındırabiliriz? Toplumu kutuplaştırmakta nasıl kurtarabiliriz; bunun kaygısındayız. İnsanların kederine derman olmamız, en başta ekonomik olarak da toplumu rahatlatmamız gerekiyor…
– “Porsiyonu küçültün” demezsiniz değil mi?
Porsiyonu küçültme sözü fazlaca büyük bir talihsizlik. Saray’ın porsiyonuyla vatandaşın porsiyonunu tıpkı görüyorlar. Yahu vatandaşın önünde porsiyon yok. bu biçimde dramatik bir tabloyu Cumhuriyet devrinin hiç bir evresinde görmedik. Bakın Erdoğan kadar sarayı olan hiç bir Osmanlı padişahı olmamıştır. İster Fatih Sultan Mehmet Han’ı, isterseniz Vahdettin’i inceleyin, hiç birinin bu kadar sarayı olmamıştır. Bu kadar ihtişam, bu kadar debdebe haramdır. Erdoğan halkı kandırdı. İstanbul’dan seçilip Ankara’ya geldiğinde Keçiören’de mütevazı bir konutta kiracıydı.
– Halkı bu biçimde mı kandırdı demek istiyorsunuz, anlamadım…
Evet, bu biçimdedan başladı. “Milletvekili lojmanlarını satacağım, herkes halkın içinde otursun” dedi. Halkını aldattı, muhakkak bir gücü elde ettikten daha sonra da gerçek yüzü ortaya çıktı.
– Başlayan bir tartışmada Zülfü Livaneli “CHP’nin, Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart” dedi. Küme toplantısında bir açıklama yaptınız fakat bu sıkıntıyı kendi içinizde tartıştınız mı?
Hayır, tartışmadık. Gerek duymadık.
– CHP’nin Baykal sorunu var mı?
Hayır, CHP’nin bu biçimde bir sorunu yok.
– Pekala, CHP seçmeninin Baykal sorunu var mı?
Hayır yok.
– Öyleyse bu tartışma nereden çıkıyor?
Yapay tartışma. Gündemi saptırmaya yönelik tartışmalar. Türkiye’nin bu kadar sıkıntısı varken, çocuğunun karnını doyuramadan yatağa yatıran binlerce anne varken, çöp konteynırlarından beslenenler varken, “askerimiz Afganistan’a mı gidecek” diye kaygılanırken, mafyayla siyasetin iç içe geçmiş çıkar alakaları ortaya saçılmışken, bunların üzerine sünger çekelim, CHP’yi konuşalım, yok bu biçimde bir şey…
– Pekala, Baykal, Livaneli’nin tez ettiği üzere Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmediğini söylemiş olabilir mi?
Hayır…
– bu biçimde dediğini düşünseydiniz farklı mı davranırdınız?
bu biçimde bir şey söylemedi ki farklı davranayım.
– İktidar yanlısı medyaya bakılırsa, “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” diyen siz, bu dostluğa mani gördüğünüz Baykal’ı ve öbür ulusalcıları gözden çıkardınız…
Siyasete girmişseniz ve iktidar olmak istiyorsanız hiç kimseyi gözden çıkarmazsınız. Ahlaklı her insanın oyuna talibim. Türkiye’yi bu güç şartlarından çıkarmak için herkesten dayanak isterim. Siyasetin gayesi bu… Şayet siyaseti kısır tartışmaların içine çekerseniz ülkenin problemlerini çözemezsiniz.
– Muharrem İnce. “Benim afişlerimi dağıtmadılar, Hazine’den aldıkları parayı harcadılar, oy vermediler” dedi, “niçin beni sattınız” diye sordu. Sattınız mı?
Cumhuriyet Halk Partisi’nde kimse satılacak duruma düşmez. Partinin geleneğinde de örfünde, âdetinde de bu yoktur. Bu kadar!
– Son vakit içinderda fazlaca fazla polis intiharıyla karşılaşıyoruz, inceleme fırsatınız oldu mu hiç?
Polis, insan haklarına alışılmamış biçimde çalıştırılıyor. 24 saat çalışan var. Buna karşın hak ettikleri fiyatları alamadıklarını, büyük düşünceler yaşadıklarını biliyorum. Erdoğan, şayet Trabzon’dan Rize’ye giderken her 100 metreye bir polis koyarsa bu gerçek değildir. Kendi ülkenizde, en çok oy aldığınız bölgede polisleri kilometrelerce sıra sıra dizerseniz bu hakikat değildir. Ahlaki de değildir. Bir ülkeyi bu anlayışla yönetemezsiniz. aslına bakarsan bu tablo yönetemediğinizi göstermektedir. Hem orada seni bekleyecek, daha sonra dönecek terörle uğraş edecek. daha sonra diyecekler ki git şu mafyanın korumalığını yap. Bizim polisimiz siyasi baskılar olmadığı sürece kanunların verdiği bakılırsavleri emsalsiz biçimde yerine getirir. Ben buna inanıyorum. Artık siz Dilovası’nda gemide kokain araması yapacaksınız. Bulacaksınız. El koyacaksınız. Üstü örtülecek, soruşturma açılmayacak. Oradaki polis “Sen beni kullandın” demeyecek mi? Polis mutsuz…
– Kısa çalışma ödeneğinin bitmesiyle işten çıkarmalar da başladı… “Önümüzdeki günler daha sıkıntı geçeceğe benziyor” diyebilir miyiz?
Beşerler perişan vaziyette. Erdoğan’a bakarsan her şey güllük gülistan. halbuki güllük gülistan yalnızca Saray’da var. Erdoğan etrafındaki tüm akil insanları temizledi. Şu an etrafındaki beşerler da vurguncu. Neymiş, arabası bozulmuş, yeraltı dünyasının aktöründen kullanmak üzere otomobil almış, bir de utanmadan “Benzinini ben koydum” diyor. Artık bana hakaret etti diyecek. Hayır, ben gerçeği söylüyorum. Çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıya olan bu iktidar Türkiye’nin sıkıntılarını çözemez.
– Erdoğan cuma günü Diyarbakır’daydı. 2.5 yıl daha sonra birinci defa buraya gitti. Sizce Diyarbakırlı Erdoğan’ı nasıl karşıladı?
Bu soruyu Diyarbakırlılara sormak lazım… Atılan sloganlar niçiniyle de Sayın Bahçeli’ye sormak lazım.
– Cumhurbaşkanı, Diyarbakır’daki bir başka değerlendirmesi de “HDP, Kürt kardeşlerime yapılan zulüm başta olmak üzere ülkedeki bütün günahların anası CHP ile yol yürüyor” formunda oldu. Ne dersiniz?
Cumhuriyet Halk Partisi şayet olmazsa Erdoğan’ın kirliliği gereğince anlaşılamayacak. Siyahın karalığı lakin yanına beyaz konulduğunda daha güzel anlaşılır. Erdoğan beyaza tahammül edemiyor, zira epey kirli, kirliliğini yalnızca biz değil, artık dünya biliyor. O niçinledir ki mal varlığı ötürüsıyla tehdit edildiğinde gıkı çıkmadı…