12 sınıflar okula gitmek zorunda mı ?

Sarr

Active member
“12. sınıflar okula gitmek zorunda mı?” sorusu aslında “Eğitim sisteminin son perdesinde kimi kandırıyoruz?” sorusunun maskesidir

Arkadaşlar merhaba. Bu konuyu biraz sarsarak konuşalım çünkü yıllardır aynı sessizliği yaşıyoruz. 12. sınıf öğrencileri, kağıt üstünde hâlâ “okulda” ama gerçekte başka bir gezegende yaşıyor: sınav evreninde. Sınıflarda fizik dersleri anlatılırken, zihinler TYT-AYT denklemlerinde dolaşıyor. Kimse bunu açık açık söylemiyor ama 12. sınıflar için okul artık bir zorunluluk değil, sadece bir formalite. O hâlde sormak lazım: Neden hâlâ onları sabah 8’de derse zorluyoruz? Eğitim mi veriyoruz, yoksa kontrol mü ediyoruz?

Sınav düzeni: Okulun yerini alan “gölge sistem”

12. sınıf denen evre, aslında devletin ve ailenin “sınav sistemine teslimiyetinin” en çıplak hâlidir. Okulun birincil işlevi, eğitim değil belge üretimidir. Gerçek bilgi, özel derslerde, etüt merkezlerinde, YouTube videolarında, test kitaplarında dolaşır. Okulun kendi içeriği, sınavla eşleşmez. Sonuç: Öğrenci okula değil, sınava gider. Bu çelişkiyi yıllardır görmezden geliyoruz. Devlet “okula gitmek zorunlu” derken, özel sektör “okula gitme, test çöz” diye fısıldıyor. Ortada iki ayrı eğitim evreni var; biri resmî, diğeri gerçek.

Erkeklerin stratejik bakış açısıyla konuşursak: sistem verimliliği açısından saçma bir yatırım yapıyoruz. Zaman, enerji, mekân boşa gidiyor. Kadınların empatik yaklaşımıyla bakarsak: 12. sınıflar tükeniyor, çünkü iki farklı dünyanın yükünü aynı anda taşıyorlar. Ne okulun beklentisini, ne sınavın stresini tam taşıyabiliyorlar. “Okula gitmek zorunda” diyen sistem, aslında öğrencinin ruh sağlığını görmezden geliyor.

Okulun meşruiyeti sorgulanıyor: “Eğitim” mi, “meşguliyet” mi?

Gerçek şu: 12. sınıfların büyük bir bölümü okula sadece yoklama vermek için gidiyor. Derse katılım düşmüş, motivasyon kaybolmuş, öğretmen bile farkında. Birçok öğretmen “çocuklar zaten sınavda bunları öğreniyor” diyerek ders anlatmıyor, idare ise “devam zorunluluğu” diyerek varlık takibi yapıyor. Bu tiyatronun kazananı kim? Ne öğretmen tatmin oluyor, ne öğrenci bir şey öğreniyor. Yani bu düzende kimse inanmıyor ama herkes rol yapıyor.

Stratejik erkek bakışıyla söyleyelim: Bu sistemde kaynak israfı var. Devletin bütçesi, okulun elektriği, öğretmenin zamanı boşa harcanıyor. Empatik kadın bakışıyla ise mesele daha derin: Gençlerin “kendini değerli hissetme” duygusu yok ediliyor. Çünkü onlar artık eğitim sürecinin öznesi değil, sistemin kalabalığı. “Zorunlu” kelimesi, öğrenme isteğini öldüren bir tokat gibi.

Okulda ne kaldı? Sosyal bağ mı, disiplin mi, alışkanlık mı?

Savunucular der ki: “Okul, sadece ders değildir; sosyal ortamdır.” Doğru ama 12. sınıfın gerçeği artık farklı. Sosyal ortam, baskı ortamına dönüşüyor. Arkadaşlar arasında not rekabeti, sınav sıralamaları, stres paylaşımları… Bunlar sosyalleşme değil, kolektif panik. Öte yandan, okulun “disiplin kazandırma” işlevi de tartışmalı: öğrenciler test merkezlerinde saatlerce sabırla oturabiliyorken, sırf okulda oturdukları için yetişkin sayılmıyorlar.

Kadın empatisiyle baktığımızda, bu sistem gençleri duygusal olarak ihmal ediyor. 12. sınıf öğrencileri artık çocuk değil ama yetişkin de sayılmıyor. Kendi kararlarını verme aşamasında, devlet onlara “sen hâlâ çocuksun, okula gideceksin” diyor. Oysa stratejik bakış, bu dönemin rehberlik ve yönlendirme süreciyle geçirilmesi gerektiğini söylüyor. Belki de 12. sınıflar için klasik “ders” değil, “kariyer planlama, stres yönetimi, yaşam becerileri” gibi dersler zorunlu olmalıydı.

Veliler ve öğretmenler: İki ateş arasında kalmış iki taraf

Veliler çelişkili: Çocuğu okula göndermezse “disiplin kaybı olur” korkusu var; gönderirse “zaman kaybı” yaşanıyor. Öğretmenler daha da sıkışmış durumda. Okulun kurallarıyla öğrencinin gerçekliği çatışıyor. Öğretmen derse hazırlanıyor ama karşısında “hocam, biz zaten bunu kursta işledik” diyen bir sınıf buluyor. O an, bütün eğitim düzeninin duvarı çatlıyor.

Erkek öğretmen stratejisi: “Kuralları uygularsak sistem işler.” Kadın öğretmen sezgisi: “Bu çocuklar yanıyor, biraz nefes verelim.” Aslında ikisi de haklı; çünkü problem bireyde değil, politikada. Eğitim sistemimiz, 12. sınıfı hâlâ 9. sınıf gibi tasarlıyor. Hâlbuki 12. sınıf, sınavın laboratuvarı değil, yaşamın eşiğidir.

Devletin çelişkisi: Mecburiyetle modernlik yan yana durmaz

“Zorunlu eğitim” kavramı modern devletin temelidir ama “zorunlu” kelimesi, gençlik çağının ruhuna ters. Öğrenciyi okulda tutmak, onu eğitmekle aynı şey değildir. Birçok Avrupa ülkesinde lise sonu, proje ve yönlendirme ağırlıklıdır. Bizde hâlâ devamsızlık, yoklama, cezalar konuşuluyor. Yani içerik değil, varlık sayılıyor. Bu da bürokrasinin zaferidir; eğitimin değil.

Stratejik erkek bakışı burada soruyor: “Devlet, bu mecburiyeti niye sürdürüyor? Sınav sistemiyle zaten ölçüyorsun.” Empatik kadın bakışı cevap veriyor: “Çünkü sistem öğrenciyi kaybederse, toplumsal otoriteyi de kaybeder.” Asıl mesele, güven meselesidir. Devlet öğrenciye güvenmiyor, öğrenci de devlete inanmıyor. Bu karşılıklı güvensizlik, eğitim denen binanın temeline dinamit yerleştiriyor.

Provokatif sorular: Tartışmanın fitilini ateşleyelim

1. 12. sınıf öğrencilerini sabah sekizde sıraya dizmek, gerçekten eğitime mi hizmet ediyor yoksa istatistikleri mi süslüyor?

2. Okula gitmeyen ama sınavda derece yapan bir öğrenci sistemin mi kahramanı, sistem dışının mı kanıtı?

3. Öğretmen, “devam zorunluluğu” ile “gerçek öğrenme isteği” arasında hangisine sadık kalmalı?

4. Devlet, öğrencinin varlığını saymakla ödevini yerine getiriyor mu?

5. Okul, gençliğe yön veren yer olmaktan çıkıp sadece “resmî yoklama noktası”na mı dönüştü?

Sonuç yerine: Zorunluluk değil, anlam tartışması

“12. sınıflar okula gitmek zorunda mı?” sorusu teknik bir mevzu gibi görünür ama aslında sosyolojik, psikolojik ve ideolojik bir meseledir. Bu ülkede eğitim, uzun süredir “zorunluluk”la değil, “alışkanlık”la sürüyor. Oysa anlamını kaybeden hiçbir zorunluluk, değer üretmez. 12. sınıfın yeniden tasarlanması gerekiyor: sınavla uyumlu, yönlendirici, bireysel gelişimi destekleyen bir yapıya dönüşmeli.

Stratejik akıl, bu dönüşümün planını kurabilir; empatik sezgi, bu dönüşümün insani yanını koruyabilir. Ancak ikisi birlikte çalışırsa gerçekten eğitim olur. Şimdi forumun tam zamanı: Sizce 12. sınıflar okula gitmek zorunda mı, yoksa sistemin artık kabullenmesi gereken bir “görünmez reform” mu yaşanmalı?
 
Üst