Sarr
Active member
Trabzon Neyi Ünlü? Kartpostalin Arkasındaki Rahatsız Edici Sorular
“Trabzon denince akla…” diye başlayan şablon cümleleri ezberden saymaya hazır mısınız? Hamsi, Akçaabat köftesi, Sümela Manastırı, Uzungöl, kemençe, horon, Trabzonspor… Güzel; peki ya gerisi? Ben bu başlığı açıyorum çünkü “ünlü” dediğimiz şeylerin bir şehirde neyi öne çıkardığını, neyi görünmez kıldığını ve hangi çelişkileri halının altına süpürdüğünü konuşmadan “Trabzon sevgisi” yapmanın kolaycılık olduğunu düşünüyorum. Tartışmaya hazırsanız, hem klişeleri hem de konfor alanlarımızı birlikte yoklayalım.
Klişe Listelerle Markalaşan Şehir: Pazarlama mı, Hakikat mi?
Turizm broşürlerinde Trabzon genellikle iki fotoğrafta anlatılır: Yeşilin elli tonu ve bir tabak köfte. Oysa “ün” denen şey pazarlama aygıtı tarafından paketlenir; karmaşık bir kültürü kolay tüketilir bir hikâyeye indirger. Sümela Manastırı’na ekran filtresi gibi parlak bir “miras” etiketi yapıştırılır; manastırın restorasyon tartışmaları, erişim sorunları, çevresindeki ticari baskılar ise parantez dışında bırakılır. Uzungöl, “Alpler’i kıskandıran manzara” başlığıyla parlatılır; kıyısındaki betonlaşma, altyapı yetersizlikleri, taşıma kapasitesi sorunu, gürültü ve ışık kirliliği bülten diliyle “göz ardı” edilir.
Uzungöl ve Yaylalar: Doğanın Instagram’a Sığdırılması
Uzungöl’ün, Çambaşı değil belki ama Haldizen vadisinin ruhunun, yaylaların sessizliğinin ve sisin poetikasının “story”lere sığdırıldığını iddia ediyorum. Sığdırılırken de bozuluyor. Yayla yolları genişlerken flora daralıyor; günübirlik tur otobüsleri artarken yerel ekonominin uzun vadeli kazanımı azalıyor. “Ünlü” olmanın bedeli, doğallığın sürekli makyajlanması ve nihayetinde doğallığını yitirmesi. Soruyorum: Uzungöl’ün ünü, Uzungöl’ün kendisini yiyip bitirmeye başladığında hâlâ alkışlamalı mıyız?
Yeme-İçme Kültürü: Gerçek Lezzet mi, Efsane Paket mi?
Akçaabat köftesinin şehir dışındaki şubeleşme serüvenine bakın: Bir yanda yereldeki ustalığın emeği, diğer yanda zincirleşmenin standartlaştırıcı baskısı. Hamsi yalnızca bir balık değil; mevsimi, avcılığı, ekosistemi var. “Trabzon hamsisi” söylemiyle dört mevsim hamsi pazarlamak, denizin ritmine saygı duymadan ün inşa etmektir. Hamsiköy sütlacı gerçekten Hamsiköy’de usulüne uygun yapıldığında efsane; ama her AVM’de “Hamsiköy usulü” etiketiyle satılan şey, adın gölgesine sığınan bir taklit. Kuymak-mıhlama tartışmalarını da “esprilik” seviyesinde tüketmek yerine, yerel malzemenin (özellikle tereyağı ve minci/kolot peyniri) istikrarlı tedarik zincirini ve üreticinin payını konuşmak gerekmez mi?
Kültürün Ticarileşmesi: Kemençeden Amfiye, Horondan Koreografiye
Horon bir rit, bir topluluk duygusu ve karşılıklı bakışın müziğe dönmesi. Kemençe, dağın rüzgârını içine çeken bir enstrüman. Bunlar sahnede dev kolonlarla “gösteri”ye çevrildiğinde ritüelden performansa; katılımdan seyirciliğe kayıyoruz. “Ünlü horon” dediğiniz şeyin kaçta kaçı gerçek topluluk pratiği, kaçta kaçı turne estetiği? Kemençenin meydandaki sedefli sesi, kapalı mekânda abartılı desibele hapsedildiğinde geriye ne kalıyor? “Ünlü” olanı seviyor muyuz, yoksa “gerçek” olanın yerine oyuncağını mı tercih ediyoruz?
Trabzonspor: Şehrin Tek Kimliği Olmaya Zorlanan Bir Renk mi?
Trabzonspor, elbette bu şehrin hafızasıdır; sevinci, isyanı ve gurbet hikâyesinin ortak dili. Ama tek kimlik olmaya zorlandığında kültür körleşir. Gençler için spora erişim, altyapı yatırımları, amatör branşların desteklenmesi ve sporun kadınlar/çocuklar için güvenli alanlar yaratması gibi meseleler “skor” heyecanının gürültüsünde kayboluyor. Soru şu: Şehir, başarı/başarısızlık skalasında salınan bu duyguyu üretken bir enerjiye dönüştürüyor mu, yoksa tribün psikolojisi gündelik hayata taşan bir gerilime mi evriliyor?
Göç, Emek, Görünmezlik: Ünün Altını Dolduran Kim?
Trabzon’un ünlü tarafı kadar görünmez yüzü de var: Gurbet, kalıcı mevsimlik işçilik, çay ve fındık emekçisinin bitmeyen mesaisi, kadınların ev içi ve tarımsal üretimde çoğu zaman kıymeti bilinmeyen rolü. “Ünlü şehir” anlatıları bu emeği ne kadar taşıyor? Yemeğin tadını konuşurken tencerenin ardındaki görünmez elleri, turizmin kazancını överken mevsimsel dalgalanmalarda belirsizleşen hayatları; “horon” derken bakım emeğinin sessiz ritmini niye aynı cümlede anmıyoruz?
Stratejik ve Empatik Mercekleri Birlikte Kullanalım
Bu tartışmada sıkça erkeklere atfedilen stratejik/problem çözme odaklı ve kadınlara atfedilen empatik/insan odaklı yaklaşımları birer düşünme merceği olarak birlikte kullanalım (genelleme yapmadan, bireysel farklılıklara saygıyla):
- Stratejik bakış şunu sorar: “Uzungöl’ün taşıma kapasitesi nedir? Gelir dağılımı yerel üreticiye nasıl yansır? Restorasyon planı, koruma-kullanma dengesini hangi metrikle takip eder?” Bu yaklaşım veri, plan, ölçüt ister; “ün”ün sürdürülebilirliğini sayılarla sınar.
- Empatik bakış şunu ekler: “Yaylanın sabah sessizliğini kaybetmek, o vadide büyüyen çocuk için ne anlama geliyor? Turiste gülümseyen esnaf, sezon sonunda yüzünde hangi yorgunluğu taşıyor? Bir horon halkasının el sıcaklığı sahne ışığında kaybolduğunda topluluk nereye gider?” Bu bakış, hikâyeyi ve hissi geri çağırır.
İkisini dengelemek, Trabzon’u hem korumak hem de dönüştürmek demektir. “Ünlü”yü kutsallaştırmak yerine, ünün bedelini paylaşanlarla birlikte masaya yatırmaktır.
Provokatif Sorular: Forumun Nabzını Yükseltelim
1. Uzungöl’de bir yıl boyunca yeni yapı ruhsatı dursa, doğa nefes alır mı; yoksa çoktan geç mi kaldık?
2. “Hamsi her yerde” kültürü, denizin mevsim döngüsüne saygısızlık mı, yoksa gastronomik demokratikleşme mi?
3. Sümela’nın ünü, manastırın ruhuna ne kadar hizmet ediyor? Restorasyon estetiği üzerine konuşmak için kaç sezon daha bekleyeceğiz?
4. Trabzonspor sevgisi; kentin eğitim, sanat ve bilim alanlarına kaynak ve dikkat aktarımını güçlendiriyor mu, yoksa tek kanallı bir duygusal yatırım mı yaratıyor?
5. Akçaabat köftesini “zincir standardı”na sabitlemek, ustalık bilgisini öldürür mü?
6. Kemençe ve horon, festival sahnesinde alkış toplarken, köy düğünündeki içtenliği kaybediyor mu?
7. “Ünlü şehir” anlatısında kadın emeği ve gençlerin geleceği niçin hâlâ dipnota sıkışık?
Pazarlama Yerine İlke: Trabzon’un Ünlüsünü Yeniden Tanımlamak
Trabzon’un ünlüsü bir liste değil, bir ilke olmalı: Doğayı koruyan, emeği görünür kılan, kültürü ticarileştirmeden yaşatan bir şehir anlatısı. Bu ilkenin stratejik ayağı; taşıma kapasitesi hesapları, yerel kooperatifler, coğrafi işaretlerin gerçekten üretici lehine işlemesi, altyapı planlarının şeffaflığıdır. Empatik ayağı; çocukların oyun alanı olarak yaylaları, kadınların emeğinin adil payını, müziğin topluluk kurucu gücünü, futbolun kapsayıcı bir sosyal mekâna dönüşmesini gözetmektir.
Son Söz Yerine: Ün mü, Onur mu?
“Trabzon neyi ünlü?” sorusunu, “Trabzon neyi onurlu?” sorusuna çevirmeyi öneriyorum. Onur; doğanın tahrip edilmediği, emeğin sömürülmediği, kültürün parıltılı vitrine değil canlı hayata kök saldığı bir kent tahayyülünde saklı. Ün, bugün alkış toplar; onur, yarına kalır. Biz forumda neyi savunacağız? Kısa vadeli “trend” mi, uzun vadeli “değer” mi?
Haydi tartışalım: Ünümüz, bizi büyütüyor mu, yoksa olduğumuzdan küçük gösteren bir aynaya mı bakıyoruz? Bu başlıkta klişeleri değil, ölçülebilir hedefleri ve hissedilebilir hakikatleri konuşalım. Çünkü Trabzon, broşürlerden büyük bir şehir; mesele, ona yakışır bir dili ve dikkati birlikte üretmek.
“Trabzon denince akla…” diye başlayan şablon cümleleri ezberden saymaya hazır mısınız? Hamsi, Akçaabat köftesi, Sümela Manastırı, Uzungöl, kemençe, horon, Trabzonspor… Güzel; peki ya gerisi? Ben bu başlığı açıyorum çünkü “ünlü” dediğimiz şeylerin bir şehirde neyi öne çıkardığını, neyi görünmez kıldığını ve hangi çelişkileri halının altına süpürdüğünü konuşmadan “Trabzon sevgisi” yapmanın kolaycılık olduğunu düşünüyorum. Tartışmaya hazırsanız, hem klişeleri hem de konfor alanlarımızı birlikte yoklayalım.
Klişe Listelerle Markalaşan Şehir: Pazarlama mı, Hakikat mi?
Turizm broşürlerinde Trabzon genellikle iki fotoğrafta anlatılır: Yeşilin elli tonu ve bir tabak köfte. Oysa “ün” denen şey pazarlama aygıtı tarafından paketlenir; karmaşık bir kültürü kolay tüketilir bir hikâyeye indirger. Sümela Manastırı’na ekran filtresi gibi parlak bir “miras” etiketi yapıştırılır; manastırın restorasyon tartışmaları, erişim sorunları, çevresindeki ticari baskılar ise parantez dışında bırakılır. Uzungöl, “Alpler’i kıskandıran manzara” başlığıyla parlatılır; kıyısındaki betonlaşma, altyapı yetersizlikleri, taşıma kapasitesi sorunu, gürültü ve ışık kirliliği bülten diliyle “göz ardı” edilir.
Uzungöl ve Yaylalar: Doğanın Instagram’a Sığdırılması
Uzungöl’ün, Çambaşı değil belki ama Haldizen vadisinin ruhunun, yaylaların sessizliğinin ve sisin poetikasının “story”lere sığdırıldığını iddia ediyorum. Sığdırılırken de bozuluyor. Yayla yolları genişlerken flora daralıyor; günübirlik tur otobüsleri artarken yerel ekonominin uzun vadeli kazanımı azalıyor. “Ünlü” olmanın bedeli, doğallığın sürekli makyajlanması ve nihayetinde doğallığını yitirmesi. Soruyorum: Uzungöl’ün ünü, Uzungöl’ün kendisini yiyip bitirmeye başladığında hâlâ alkışlamalı mıyız?
Yeme-İçme Kültürü: Gerçek Lezzet mi, Efsane Paket mi?
Akçaabat köftesinin şehir dışındaki şubeleşme serüvenine bakın: Bir yanda yereldeki ustalığın emeği, diğer yanda zincirleşmenin standartlaştırıcı baskısı. Hamsi yalnızca bir balık değil; mevsimi, avcılığı, ekosistemi var. “Trabzon hamsisi” söylemiyle dört mevsim hamsi pazarlamak, denizin ritmine saygı duymadan ün inşa etmektir. Hamsiköy sütlacı gerçekten Hamsiköy’de usulüne uygun yapıldığında efsane; ama her AVM’de “Hamsiköy usulü” etiketiyle satılan şey, adın gölgesine sığınan bir taklit. Kuymak-mıhlama tartışmalarını da “esprilik” seviyesinde tüketmek yerine, yerel malzemenin (özellikle tereyağı ve minci/kolot peyniri) istikrarlı tedarik zincirini ve üreticinin payını konuşmak gerekmez mi?
Kültürün Ticarileşmesi: Kemençeden Amfiye, Horondan Koreografiye
Horon bir rit, bir topluluk duygusu ve karşılıklı bakışın müziğe dönmesi. Kemençe, dağın rüzgârını içine çeken bir enstrüman. Bunlar sahnede dev kolonlarla “gösteri”ye çevrildiğinde ritüelden performansa; katılımdan seyirciliğe kayıyoruz. “Ünlü horon” dediğiniz şeyin kaçta kaçı gerçek topluluk pratiği, kaçta kaçı turne estetiği? Kemençenin meydandaki sedefli sesi, kapalı mekânda abartılı desibele hapsedildiğinde geriye ne kalıyor? “Ünlü” olanı seviyor muyuz, yoksa “gerçek” olanın yerine oyuncağını mı tercih ediyoruz?
Trabzonspor: Şehrin Tek Kimliği Olmaya Zorlanan Bir Renk mi?
Trabzonspor, elbette bu şehrin hafızasıdır; sevinci, isyanı ve gurbet hikâyesinin ortak dili. Ama tek kimlik olmaya zorlandığında kültür körleşir. Gençler için spora erişim, altyapı yatırımları, amatör branşların desteklenmesi ve sporun kadınlar/çocuklar için güvenli alanlar yaratması gibi meseleler “skor” heyecanının gürültüsünde kayboluyor. Soru şu: Şehir, başarı/başarısızlık skalasında salınan bu duyguyu üretken bir enerjiye dönüştürüyor mu, yoksa tribün psikolojisi gündelik hayata taşan bir gerilime mi evriliyor?
Göç, Emek, Görünmezlik: Ünün Altını Dolduran Kim?
Trabzon’un ünlü tarafı kadar görünmez yüzü de var: Gurbet, kalıcı mevsimlik işçilik, çay ve fındık emekçisinin bitmeyen mesaisi, kadınların ev içi ve tarımsal üretimde çoğu zaman kıymeti bilinmeyen rolü. “Ünlü şehir” anlatıları bu emeği ne kadar taşıyor? Yemeğin tadını konuşurken tencerenin ardındaki görünmez elleri, turizmin kazancını överken mevsimsel dalgalanmalarda belirsizleşen hayatları; “horon” derken bakım emeğinin sessiz ritmini niye aynı cümlede anmıyoruz?
Stratejik ve Empatik Mercekleri Birlikte Kullanalım
Bu tartışmada sıkça erkeklere atfedilen stratejik/problem çözme odaklı ve kadınlara atfedilen empatik/insan odaklı yaklaşımları birer düşünme merceği olarak birlikte kullanalım (genelleme yapmadan, bireysel farklılıklara saygıyla):
- Stratejik bakış şunu sorar: “Uzungöl’ün taşıma kapasitesi nedir? Gelir dağılımı yerel üreticiye nasıl yansır? Restorasyon planı, koruma-kullanma dengesini hangi metrikle takip eder?” Bu yaklaşım veri, plan, ölçüt ister; “ün”ün sürdürülebilirliğini sayılarla sınar.
- Empatik bakış şunu ekler: “Yaylanın sabah sessizliğini kaybetmek, o vadide büyüyen çocuk için ne anlama geliyor? Turiste gülümseyen esnaf, sezon sonunda yüzünde hangi yorgunluğu taşıyor? Bir horon halkasının el sıcaklığı sahne ışığında kaybolduğunda topluluk nereye gider?” Bu bakış, hikâyeyi ve hissi geri çağırır.
İkisini dengelemek, Trabzon’u hem korumak hem de dönüştürmek demektir. “Ünlü”yü kutsallaştırmak yerine, ünün bedelini paylaşanlarla birlikte masaya yatırmaktır.
Provokatif Sorular: Forumun Nabzını Yükseltelim
1. Uzungöl’de bir yıl boyunca yeni yapı ruhsatı dursa, doğa nefes alır mı; yoksa çoktan geç mi kaldık?
2. “Hamsi her yerde” kültürü, denizin mevsim döngüsüne saygısızlık mı, yoksa gastronomik demokratikleşme mi?
3. Sümela’nın ünü, manastırın ruhuna ne kadar hizmet ediyor? Restorasyon estetiği üzerine konuşmak için kaç sezon daha bekleyeceğiz?
4. Trabzonspor sevgisi; kentin eğitim, sanat ve bilim alanlarına kaynak ve dikkat aktarımını güçlendiriyor mu, yoksa tek kanallı bir duygusal yatırım mı yaratıyor?
5. Akçaabat köftesini “zincir standardı”na sabitlemek, ustalık bilgisini öldürür mü?
6. Kemençe ve horon, festival sahnesinde alkış toplarken, köy düğünündeki içtenliği kaybediyor mu?
7. “Ünlü şehir” anlatısında kadın emeği ve gençlerin geleceği niçin hâlâ dipnota sıkışık?
Pazarlama Yerine İlke: Trabzon’un Ünlüsünü Yeniden Tanımlamak
Trabzon’un ünlüsü bir liste değil, bir ilke olmalı: Doğayı koruyan, emeği görünür kılan, kültürü ticarileştirmeden yaşatan bir şehir anlatısı. Bu ilkenin stratejik ayağı; taşıma kapasitesi hesapları, yerel kooperatifler, coğrafi işaretlerin gerçekten üretici lehine işlemesi, altyapı planlarının şeffaflığıdır. Empatik ayağı; çocukların oyun alanı olarak yaylaları, kadınların emeğinin adil payını, müziğin topluluk kurucu gücünü, futbolun kapsayıcı bir sosyal mekâna dönüşmesini gözetmektir.
Son Söz Yerine: Ün mü, Onur mu?
“Trabzon neyi ünlü?” sorusunu, “Trabzon neyi onurlu?” sorusuna çevirmeyi öneriyorum. Onur; doğanın tahrip edilmediği, emeğin sömürülmediği, kültürün parıltılı vitrine değil canlı hayata kök saldığı bir kent tahayyülünde saklı. Ün, bugün alkış toplar; onur, yarına kalır. Biz forumda neyi savunacağız? Kısa vadeli “trend” mi, uzun vadeli “değer” mi?
Haydi tartışalım: Ünümüz, bizi büyütüyor mu, yoksa olduğumuzdan küçük gösteren bir aynaya mı bakıyoruz? Bu başlıkta klişeleri değil, ölçülebilir hedefleri ve hissedilebilir hakikatleri konuşalım. Çünkü Trabzon, broşürlerden büyük bir şehir; mesele, ona yakışır bir dili ve dikkati birlikte üretmek.